İçimdeki büyümeyen çocuğun,
son yaşındayım bu gün.
yani, henüz sakallar saklambaçtayken
bıyıklar siyaha dönmemişkenliğimde...
aynı işyerinin iki çırağıydık biz Ömer'le
öğlen paydoslarında;
gizliden çıkardık o incir ağacına.
bostan sahibi huysuz bir ihtiyar
kolay - kolay yakalanmazdık,
ama, yakalarsa da döverdi bizi,
belinden, üşenmeden çıkardığı kemerle...
o günlerde, unuttururdu bize,
Langa'daki o incir ağacı,
patron baskısını, usta bağırışlarını.
o yaşlarda, ne tatlı gelirdi bize,
yaşlı ağacın kocaman ballı incirleri...
yeni - yeni giriyordu kafamıza,
emek, sömürü, kapitalist, sosyalist,
ağa, patron, emperyalist deyimler,
ve emeğimizdeki prangalar, zincirleri.
o bahçenin ağası bellemiştik huysuzu
ondandı, o incir ağacına dadanışımız...
üç büyük zaman sonra anlamıştık,
huysuz ihtiyarın da emekçi olduğunu.
kiralamıştı o toprağı vakıflardan
ekmeğini çıkarıyordu; incirden,
domates, biber, marul, hıyardan.
ve; lambalı masa radyosuna,
yapışırdı kulaklarımız...
yeni isimler kazınmıştı yüreklerimize
mahir'diler işlerinde hepside,
deniz'lerde bile gezmiş'lerdi ayaklar yalın
ve darağacı yüreğimdeymiş gibi acıdı canım...
Mazlum Zengin
Mazlum Zengin
mazlumzengin