Bu bölümde Dostların yeni çıkan kitapları tanıtılacaktır.* Şiir Harmanı - Mazlum Zengin * Ağıttan Umuda - Mazlum Zengin * Çal Gayri - Aliye Budak * Varsın Burkulan yüreğim olsun - Aliye Budak
Tarih: Pzr Ağu 10, 2008 6:29 pm Mesaj konusu: KÖY ENSTİTÜLERİNE DOĞRU
Bugün burada saygıyla andığımız büyük devlet adamı İsmet İnönü’nün Türk Milli Eğitimine verdiği en büyük hizmetlerden biri dünyada örneği görülmemiş, Anadolu halkına en uygun eğitim şekli olan Köy Ensti-tülerini Hizmete açmasıdır. Burada Köy Enstitüleri hakkında konuşacak değilim. O konuyu 17 Nisan günü-ne bırakıyorum. Yalnız Köy Enstitüleri’nin kurulması aşamasına nasıl gelindi onu kısaca anlatmak istiyorum.
Şüphesiz hepimizin bildiği, Bağımsızlık Savaşı son-rası kazanılan Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu. Her tarafı yakılan, yıkılan, üretici nüfusunu Balkanlar’da, Çanakkale’de, Kafkasya’da, Irak’ta, Su-riye’de, Arabistan’da, Yemen’de, Kanal önlerinde eri-ten Anadolu’da 13 milyon nüfus kalmıştı ki; bununda çoğunluğunu kadınlar, çocuklar ve İhtiyarlar oluşturu-yordu. Memlekette teknoloji adına hiçbir kuruluş yoktu. Millet her türlü yokluklar ve zorluklar içinde idi. Üste-lik Osmanlı dış borçlarının ödenmesini de üstlenmiştik.
Cumhuriyetin ilanından 1940 yılına kadar geçen 17 senede hem dış borç taksitleri ödeniyor hem de memle-ketin en önemli gereksinimlerinden olan kara ve demir yolları, demir çelik fabrikaları, uçak fabrikaları, şeker fabrikaları, iplik ve dokuma fabrikaları gibi büyük tek-noloji kuruluşları hizmete açılıyordu.
Yüz yıllardan beri; asker ve vergi alımından başka hizmet verilmemiş, göz ardı edilmiş Anadolu halkının yaklaşık yüzde doksanı (bırakın yazmayı) okumayı bile bilmiyordu. Kalkınma sürecine giren milletimizin tez vakitte kalkınabilmesi; okur-yazar oranının çok acele arttırılmasına, halkın bilinçlendirilmesine bağlı idi. Bu-nun için en kısa zamanda, en etkin biçimde eğitim- öğ-retim kuruluşlarının hizmete açılmasına gereksinim vardı.
1928 yılında Arap harflerinin atılıp yerine öğrenmesi daha kolay, Türkçeye daha uygun yeni Türk harfleri gerekliydi.
Bu amaçla köye yönelik kalkınmanın temeli sayılacak eğitmen kursları açıldı.
Var olan öğretmen okullarından yetişen öğretmenler şehir okullarına bile yetmiyordu. Binlerce köy okulsuzdu, halkına en azından okuma- yazma öğre-tecek elemanlara gereksinim vardı. Bu düşünce ile köylerde okuma yazma bi-len, askerde çavuş, onbaşı olan kimseler altı aylık eğitmen kurslarına alındılar, başarı gösterenler köylerinde üç sınıflı eğitmenli okullara atandılar. Bunda ba-şarı sağlandığını gören yetkililer köy öğretmen okulları denemelerinde istenen başarıyı alamayınca Zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, İlköğre-tim Genel Müdürü İ.Hakkı Tonguç’un girişimleri ile İsmet İnönü başkanlığın-da 17 Nisan 1940 günü Köy Enstitüleri Kanunu çıkarılarak Türk Milli Eğiti-mi’ne damgasını vuran, dünya milletlerinin beğenisini kazanan Köy Enstitüle-ri hizmete açılmaya başlamış oluyordu.
KÖY ENSTİTÜLERİ
O yıllarda 2. Dünya Savaşı çıkmış, Avrupa’yı kasıp kavuruyor-du. Almanlar bütün Avrupa’yı istila etmiş, cephelerde kan gövdeyi götürüyordu. Ege denizinde, Trakya hududumuzda, Karadeniz kar-şı kıyılarında en acımasız şekilde çarpışmalar olurken, bizim de ka-tılmamız an meselesi idi. Büyük devlet adamımız İsmet İnönü’nün bilinçli yönetimi, sarsılmaz iradesi, politik gücüyle savaşa girmedik ama her an girecekmişiz gibi hazırlıklı duruma geldik. Bunun için tüm yurtta seferberlik ilan edilerek (o zaman) 17 milyon olan nü-fusumuzun 20-45 yaş arası üretici gücü silah altına alınarak tüketi-ci durumuna getirildi. Üstelik iki yıl olan askerlik süresi, süresiz uzatıldı. O zamanlar dört buçuk yıl izinsiz askerlik yapanlar oldu. Böylesi olumsuz etkenler sosyal ve ekonomik yaşantımıza çok bü-yük darbeler vurdu.
Zorluklar bunlarla da kalmadı; o yılları yaşayanlar anımsarlar, birkaç yıl süren bir de kıtlık oldu... Ekilen tarlalardan bire iki alabi-len pek azdı. Memlekette genel bir açlık da başlamıştı. İşte köy enstitüleri böylesine zorluklarla dolu bir aşamada kurulmaya baş-landı. Birer birer okullar açılıyor, öğrenciler toplanıyor ama berabe-rinde çok büyük sorunlar da geliyordu. En büyük sorun, öğrencile-rin barınma ve beslenme sorunu idi. Devlet, içinde bulunduğu eko-nomik sıkıntılar nedeniyle çok az ödenek ayırabiliyordu. Tek çö-züm; öğrenciler kendi barınaklarını kendileri yapacaklar, kendi tü-ketimlerini kendileri üretecekler... Bu nedenledir ki köy enstitüle-rinde enstitü ötesinde uygulama ağırlıklı eğitim- öğretim veriliyor-du. Düziçi Köy Enstitüsünün ilk önce bir Alman aileden kalma, üç katlı ahşap bir binası var iken şimdi ellinin üzerinde olduğunu tah-min ettiğim binalar hep öğrenciler tarafından yapılmıştır. Okulun Düziçi ovasındaki 20 bin dönüm tarlasında; mevsimine göre tahıl, meyve ve sebzelerin her çeşidi üretiliyordu.
Bu üretimler yapılırken, bir ziraat öğretmeni daima görsel ve uygulamalı öğretiler verirdi. Örneğin: Bahçecilikte; fidan seçimi, dikimi, aşılama ayrıca sebzecilik ve arıcılık eylemsel olarak öğreti-lirdi. Okulda yoğun yapı çalışmaları vardı. Bina yapımının temel ge-reçleri taş, tuğla, kum, kireç gibi gereksinimler hep öğrenciler ta-rafından üretilirdi. Yolunu yapıp rayını döşediğimiz dekovillerle taş ocaklarından taş, Deli çayın kum ocaklarından kum çekerdik. Tuğla ocaklarında tuğla pişirilir, kireç ocaklarında kireç yakılırdı. İnşaatın temel gereçlerinden olan kereste ediniminde de öğrencilerin büyük katkısı vardı; Düldül Dağı eteklerinde Sabun Çayı vadisinden kesti-rilen latalar öğrenciler tarafından çaya atılır, Çeltik Arkı bendinden saptırılarak su yoluyla okula getirilirdi. (İki defa da ben getirmiş-tim).
Bizim, okulda üretemediğimiz gereksinimlerimizin bazılarını başka köy enstitüleri karşılardı. Örneğin: Biz kiremit üretemiyor-duk. Aydın Ortaklar Köy Enstitüsü bize vagonlarla kiremit gönde-rirdi.
Her yaz tatil aylarında, bir öğretmen denetiminde yetişkin, be-ceri sahibi öğrencilerden oluşan bir ekip yeni açılan köy enstitüleri-ne yardıma gider, o yaz bir binayı tamamlayarak dönerlerdi. Yar-dımlaşmanın, yardımlaşarak üretimin en güzel örneği verilirdi.
Okulun bütün iş yerlerinde, sorumlu, en az sanat okulu çıkışlı bir öğretmen bulunur,o sanatla ilgili kuramsal bilgiler verirdi. İşçe (eylemsel) bilgileri de o iş için alınan ustalar verirdi. Örneğin: De-mircilik işliğinde, o iş için alınmış bir usta gözetiminde hem okulun sıcak-soğuk demir işleri yapılır, hem de öğrenciler o alanda eğitilir-di. Marangozlukta, yapıcılıkta, tarımda da durum ayni idi. Kızların eğitiminde usta bulunmaz. Biçki, dikiş, nakış gibi dallarda kızlar sadece öğretmenden bilgi ve beceri alırlardı.
Köy enstitüleri lise düzeyinde tutulmuştu, ama, lise ve dengi okullarda ilkokuldan sonra altı yıl öğrenim verilirken köy enstitüle-rinde bu süreç beş yıla indirilerek bir yıl kısaltılmıştı. Bu kısaltma salt zamandan yapılmış, son üç yılda verilen kültür ve meslek dersleri aynen iki yıl içinde verilmişti.
Bu şekilde zorlu bir aşamadan geçerek eğitim ve öğrenimini ba-şarı ile tamamlayan gençlerin yurt düzeyinde de başarısını sürdü-receğinden kuşkusu kalmayan; cahil halkın sömürücüleri; ağa-lar, şeyhler, özellikle medrese özentisi, kendilerini din ada-mı zanneden din tüccarları yatırımsız, çabasız gelirlerinin tı-kanacağından veya en azından kısıtlanacağından korkarak derhal köy enstitülerinin aleyhine geçtiler. O güne kadar hiçbir ideolojik akıma kapılmamış, hiçbir ahlaksız eyleme bulaşmamış ter temiz, saf köy çocuklarına en büyük iftiraları atmaktan, yüz kızartıcı suç-ların en kötüleriyle karalamaktan utanmadılar, çekinmediler. Hatta çok partili döneme girildiğinde yeni kurulan Demokrat Partililer sırtlarını mürtecilere dayayıp onların iftira ve karalamalarını dilleri-ne dolayarak yurt düzeyinde propaganda aracı olarak kullandılar.
Oysa; köy enstitülerinde Atatürk’ün düşlediği çağdaş, laik, uy-gulamalı eğitim-öğretim veriliyordu.
Yüksek köy enstitüsü de açılmıştı. Oradan, köylünün gereksini-mi olan dallarda uzman bireyler yetiştiriliyordu.
Eğitime bu kadar katkı yanında köylünün sağlığı da düşünülerek köy enstitüleri sağlık kolları da açılmıştı. Oradan yetişen köy sağlık memurları ve köy ebeleri Anadolu’nun en uç birimlerine kadar gi-dip koruyucu hekimlik görevlerini yapıyorlardı. Bunda başarılı da oldukları göz ardı edilemez.
Şimdiye kadar köy enstitülerinden:
Erkek Kız Toplam
8636 39 8675 Eğitmen
17471 1398 18829 Öğretmen
1774 1774 Köy sağlık memuru
14 14 Köy ebesi
Yüksek köy enstitüsünden de :
197 14 211
Öğrenci eğitimlerini tamamlayıp diplomalarını alarak milletinin, köylülerinin hizmetine atanmışlardı.
KÖY ENSTİTÜLERİ YAŞAMINDAN BİR KESİT
Cumartesi günleri köy enstitülerinin en hareketli günleri idi. Öğ-leye kadar normal çalışma yapılır, çalışmaların ardından bütün öğ-renciler, öğretmenler, idareciler tören yerinde toplanır, hep bir ağızdan istiklal marşımız söylenerek bayrak göndere çekilir. O an ne büyük bir an, o görüntü ne muhteşem bir görüntü idi... Görme-yenler kavrayamaz, görenler de (benim gibi) anlatmakta zorlanır. Bin’e yakın kız, erkek genç insan gırtlakları yırtılırcasına istiklal marşını söylerken; Düziçi’de Dumanlı inim inim inler, Hasanoğlan’
da İdris dağı yankı verirdi.
Marş bittikten sonra, okul yaşantısında geçen son haftanın de-ğerlendirilmesi yapılır, bir haftalık yaşantı olumlu ve olumsuz yön-leriyle sergilenir, olağan dışı davranışı görülenler iyi davranışından dolayı kutlanır, olumsuz davranışı görülenler de uyarılırdı... Öyle ki, öğrenci, öğretmen, idareci hatta müdür bile eleştiriye açıktı. Bunda en ufak bir çekingenlik veya gücenginlik olmazdı. Birisi o-lumsuz yönde eleştirilmişse o anda savunmasını yapıp aklanma hakkına sahipti. Böylelikle okul yaşantısında en iyi, en doğru, en güzel yaşantıya ulaşım sağlanmış olurdu.
Okulun bütün hizmetlerini bir hafta boyunca bir küme üstlenir, Cumartesi günleri nöbet değişimi yapılır. Nöbetten çıkan küme öğ-rencileri bir eğlence programı hazırlayarak akşam sahneye koyardı. Program içerisinde çoğu öğrenci üretimi olan şiirler okunur, türkü-ler,şarkılar söylenir, milli oyunlar oynanır, piyesler sahnelenirdi.
İşte Özcan Seyhan’ı görüyoruz; kemanıyla sahneye çıkmış, kendi şarkısı:
“Yeşil çimler gür gür olur
Seherde bülbüller olur” diyerek hem çalar, hem söyler.
Ali Şahin kusursuz okuduğu gazelini bitirince Süleyman Şen de kıpır kıpır bir tangoya başlardı.
Hasan Turan alıyor:
Ala keçim çift doğurdu
Bol ettik sütü yoğurdu
Gönlüm ne hülyalar kurdu
Ana beni eversene
Güreşte Salahattin Öcal, Atletizmde İbrahim Taş, Futbolda de-ğişmez kaleci (adı gibi tertemiz) Nezih Gönenç... Kimleri sayayım, Osman Darıcı, Ömer Er, İbrahim Karalı, Bahattin Karakoç, Mustafa Aksu... Hele bir Ömer Kasar’ımız vardı, okulun İğdiş adındaki katırı araba çekerken arabayı devirip ölünce:
Karga hocalar din talkını verdi mi
Cennet-i âlâyı gördün mü İğdiş
Derken dinleyenleri hem duygulandırır, hem de tatlı tatlı gülüm-setirdi.
Mahmut Bazdoğan izin dönüşünde köyünde yeni derlediği Dada-loğlu’nun bir şiirini bizlere ilk defa okuduğunda ne kadar heyecan-lanmıştık...
“Ferman padişahın dağlar bizimdir” .
Son zamanlarda bazı oturumlarda, bazı yazılarda Köy Enstitüleri konusu açıldığı zaman “tekrar açılamaz mı”? sorusu gelir hep… Bu soruyu kendi kendime çok sordum; “Köy Enstitüleri” tekrar açı-lamaz mı? Açılır açılmasına da… Binasını bulursunuz, öğrencisini bulursunuz ama Köy Enstitüsü olmaz… Peki Köy Enstitüleri neden kapatıldı?... Açık konuşmak gerekirse; Köy Enstitülerinin iki büyük düşmanı vardı. Onlar her dönemde devlet yönetiminde söz sahibi olmuş kimselerdi; ağalar, din tüccarları… (Zenginler ve Şeyhler) Türkiye’de bunlar ne derse o olur. Yenilikçi padişahlar; Genç Os-man’a yaptıklarını, Üçüncü Selim’e yaptıklarını Köy Enstitülerine de yaptılar. Şimdi de (2008) Üniversitelere yapma çabasındalar…
Köy enstitülerinden bir kesit, çok güzel bir olay ama maalesef İsmet inönü hayata geçirdi ama koruyamadık, yaşatamadık Sevgili Savaş paylaşımına teşekkürler
Bu forumda yeni konular açamazsınız Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız